Bir kahve dükkanına gittiniz ve yeni bir şey denemek amacıyla baristanın tavsiyesini sordunuz. O da yönelttiği sorularla sizin genel beğeninize göre bir çekirdek ve demleme yöntemi önerdi. Tamam deyip masanıza geçtiniz ve kahveniz hazırlanınca önünüze kondu. İçmeye başladınız ve bir süre sonra barista geldi ve beğenip beğenmediğinizi ve kahveden hangi tatları aldığınızı sordu. Siz de kahveden misal veriyorum şeftali, kayısı ve limona benzeyen ekşimsi bir tat aldığınızı söylediniz.
Kahveden "xyz" tatları aldığınızı... Kahveden aldığınızı... Almak? Peki ya vermek?

İletişim - kahveyle bile olsa - her zaman iki yönlü doğrusal bir hattadır. Etki-tepki, sebep-sonuç gibi. (Nedensellik için harika bir zaman) Bu kurama göre eğer ki kahveden bir tat alıyorsak, bir şeyleri de veriyor olmamız lazım. Peki böyle mi gerçekten? Ne veriyor olabiliriz ki?
Bence yazıyı okumaya devam etmeden saatinize bakın ve kendinize bunu düşünmek için 60 saniye verin. Lütfen, bir düşünün...
Nasıl bir kanıya vardınız? (Düşündüğünüzü farz ediyorum) Basit bir kahveye bir şey verilebilir mi? Benim bu soruya cevabım şu: Evet, verilebilir. O ana kadar yıllarca topladığınız verinin yani hayat tecrübesinin ışığında sizin o fincandaki kahvenin tadını çıkarırken koku ve tat için dilinizdeki ve burnunuzdaki reseptörlere, sıcaklık için parmağınızdaki sinir uçlarına, kahvenin rengini görmek için retinanıza "verdiğiniz" komutlar sizi kahveden bir şey "alabilir" kılıyor. Kahve sizin tüm bu birikiminizi duyu organlarınız vasıtasıyla biriktirdiğiniz altyapı sayeside bu tatları sunabiliyor size. Yani kahveye bir şey verebilmek için hepimizin bir altyapısı var ve buna istinaden tatları alabiliyoruz.
Hepimizin hikayesi de başka başka olduğu için bu veritabanları birbirimizinkinden çok farklı ve bu sebeple aynı kahveden belki benzer ama farklı tatlar alabiliyoruz. Gül kokusu birisi için rahmetli babaannesinin evi anlamına geliyorken bir başkası için çok sevdiği markanın güllü lokumu anlamına gelebiliyor. Demem o ki aynı şeyden bahsedebilmek için fikir ve duyusal olarak kalibre olmak gerekli.
Duyusal kalibrasyon konusunu önümüzdeki başka bir yazıya erteleyerek verme mevzuuna dönüp yazıyı bitirmek istiyorum. Tüm bu soyut "verme" konusunu bir kenara bırakıp gerçek bir "verme" istiyorsak şunu deneyin lütfen: Bir dahaki sefere o fincanı yudumlarken binlerce kilometre ötede, denizaşırı ülkelerde çok çok zor şartlar altında yaşayan fakat zincirin ilk halkası olan çiftçinin, onu binbir zorlukla tedarik edip sevkiyatını sağlayan yeşil tedarikçisinin, tedarikçiden aldığı kahveyi menşe tatlarını vurgulamak için en iyi şekilde kavurmaya çalışan kavurucunun ve zincirin son halkası olan ve tüm bu zincirin onun elinde olduğu baristanın hatrına kahve ve tüm bu emektarlar için baristanıza teşekkür edin ve elinizde tuttuğunuz metanın ne kadar kıymetli olduğuna biraz kafa yorun; işte bu o kahveye verebileceğiniz en güzel şey olacak.