Herkese merhaba. Evlere kapandığımız şu Covid-19 sürecinde, hazır hepimiz home-office kavramıyla imtihanımızı verirken, bizim çalışma hayatındaki mekan arayışımızı, bunun sonunda da kendimizi Yeşilüzümlü Köyü'nde bulup, deneyimlediğimiz farklı çalışma alanı pratiklerini anlatmak istedim. Ben (Müge) ve Cenk (iş ortağım/eşim), ODTÜ mezunu iki mimarız. Mezun olunca okulumuzdan ve hocalarımızdan çok uzaklaşmadan Ankara'da ofisimizi kurduk (Stüdyo501 Mimarlık). Mimarlık ofisi deyince insanın aklına çok havalı mekanlar geliyor: Yüksek tavanlı atölyeler, büyük çizim masaları, maketler, önlüklü mimarlar...
Aslında günümüzde durum bundan farklı. Teknolojik gelişmeler, bizim çalışma şeklimizi ve dolayısıyla çalışma alanlarımızı değiştirdi. İhtiyacımız olan tek şey bir bilgisayar. O karizmatik mimar figürünü kaybetmenin yanında, bu durum aslıda mimarları oldukça özgürleştirdi. Kendi açımdan anlatmak gerekirse, iş hayatımız boyunca ülkenin farklı illerinde iş yapma olanağı bulmamızla birlikte kendimizi her hafta farklı bir ilde, bazen bir otel balkonunu, bazen bir kafe masasını, bazen bir kanepeyi ofisimizmiş gibi kullanırken bulduk. Bu seyyar olma durumunun hoşumuza da gitmeye başlamasıyla, Ankara'daki ofisimiz gittikçe anlamını yitirdi.

Bu sayede kendimize nerede ve nasıl bir ortamda çalışmak istediğimizi sorma fırsatımız oldu. Kendi hayat tarzımıza göre neler istediğimizi sıraladık: Sessizlik (Ankara'da ana caddedeki ofisimizi bırakmamızın en büyük sebebi), Dinginlik (teslim tarihleri ve proje koordinasyonlarıyla savaşırken bizi sakinleştirebilecek, hayatın daha yavaş aktığı bir yer) ve Doğa ile iç içelik (uzun çalışma saatlerimiz sırasında da en büyük motivasyonumuz olan doğayı ıskalamamak isteyişimiz). Tüm bunların üzerine köy yaşantısı bize çok cazip gelmeye başladı ve yolumuz Yeşilüzümlü'ye düştü. O güne kadar edindiğimiz "çalışma alanı" deneyimlerinden de yola çıkarak, hemen sabit bir ofis düzeni kurmaya çekindik. Henüz bir köyde çalışabileceğimizden bile emin değildik. Bizimle birlikte hareket edebilecek ve dönüşebilecek bir çalışma alanı yaratma üzerine düşündük ve kendi konteyner ofisimizi inşa ettik.

Köyde ve bir konteyner ofisin bize faydaları ne oldu? Öncelikle hareketli ve taşınabilir olması (hem de ofisin içindeyken) bize farklı proje süreçlerinde farklı kullanımlar sağladı. Bazen ağaçların arasında sessiz bir proje ofisi oldu, bazen devam eden şantiyemizin hemen yanında şantiye takip ofisi olarak hizmet etti. Ama nerede olursa olsun manzaramızı ve yönelimimizi kendimiz seçebildik. Çalışırken hangi dağa bakacağımız, hangi ormanı seyredeceğimize kendimiz karar verdik. Taşınırken arkamızda hiç bir tahribat bırakmadık. Yere bağlı değildik, doğaya zarar vermedik. Hatta bazen doğanın içinde kaybolduk. Bunun için ofisimizi yeşile boyamayı tercih ettik.
Yazının en başında bahsettiğim geniş mimarlık ofislerinin aksine, en küçük mekana nasıl sığılırı deneyimledik. Taşınabilecek kadar küçük bir odada ama aslında geniş camlar sayesinde açık havadaydık. Bir bilgisayarlık alan bize yetiyorken, koca koca odaları/daireleri işgal etmeden de işimizi sürdürebildik. Kapalı alan/açık alan ayrımı net olmadığı için küçücük bir hacimde dünya kadar büyük bir alan yaratmış olduk.
Son olarak bizi en çok tatmin eden konu çevremizdeki insanlarla kurduğumuz iletişim oldu. Biz mimar olarak, onlar da kullanıcı olarak hep birlikte mekan kavramı üzerine düşünüp konuşabileceğimiz bir platform oluşturmuş olduk. Bazen kalabalık, bazen küçük toplantılar düzenledik (iş toplantıları ve arkadaş toplantıları). Konteyner ofisin kendisi yapısal olarak köyde merak uyandırdı. Büyük ve sabit yapılara göre daha erişilebilir görünmesi ve dolayısıyla insanların çekinmeden bize ulaşabilmeleri bizi çok mutlu etti. Bu küçük yapının kendi kamusal mekanını yaratması bizim için çok ilginç bir deneyim oldu.
Şimdilerde bambaşka bir ofis oluşumu içindeyiz. Hala Yeşilüzümlü köyünde ama bu sefer farklı meslek disiplinlerinden insanlarla ortak bir çalışma alanı oluşturduk. Bir sonraki yazıda anlatmak için sabırsızlanıyorum. Okuduğunuz için teşekkürler. Görüşmek üzere.